Albert
Einstein der ki; “Benim özel bir yeteneğim yok. Yalnızca tutkulu bir meraka
sahibim.” Buradan şunu anlıyorum, bir yetenek var mı yok mu diye sormamıza
gerek yok aslında kendimize, bir tutkumuz yahut bir merakımız varsa onu bir işe
dönüştürebiliriz. Tanıştığım kişilerde şu soruyu fark ediyorum: “Yetenekli
miyim değil miyim?” Eğer birisi bir şey yapmak istiyorsa, onun peşine düşerse,
sabırlı, inatçı bir şekilde o işle uğraşırsa yetenek olmasa bile o işi yapar
diye düşünüyorum. Önemli olan sevdiğimiz işi yapıp hem kendimizi mutlu etmek
hem de çevremize mutluluk vermek.
Çocukları
çok seviyoruz ama aslında onları bir o kadar da engelliyoruz, sanki onları
koruyacağız diye. Şimdi de çocuklar için bir şey yapalım denildiğinde,
kendimizin de ötesine, üstüne çıkıp çocuklara yüksek bir bilgi vermeye
çalışıyoruz metinlerle, görsellerle. Sanki her şeyi çok iyi yapmışız, çocuklara
bunu veriyoruz gibi ama o sırada şöyle bir şeyi fark etmiyoruz aslında. Çocukların
o doğallığını, masumiyetini, saf halini kaçırıyoruz. Çünkü onlar durup dururken
kötülüğü, olumsuzluğu almıyorlar. Biz bunları hata gibi ortaya
çıkarıyoruz. Halbuki önemli olan çocuğun
ne istediği.
Yetişkinler bir filme gidiyorlar veya bir kitap okuyorlar, kendilerini buluyorlar belki bu şeylerde. İsteyenler izliyor ya da okuyor istemeyenlerse okumuyor ya da izlemiyor. Fakat çocuklara bu seçme hakkını pek vermiyoruz. Çocuğa “al bunu oku” diyoruz. Belki istemiyor ama zorla da olsa okuyor. Bizim çocuğa özel bir şey, onun anlayacağı şeyler üretmemiz gerekiyor. Onlara bir şeyleri empoze etmeye çalışmamız değil. Çünkü çocukların nasihatten çok, iyi bir örneğe ihtiyaçları vardır.
M. Ahmet Demir'in Kafa Sabit / Gugar Wood ile olan söyleşisinden alıntıdır.